Uğur Işılak - Derviş ile Kabadayı - İzle

Yeni Yayınlar

Post Top Ad

Responsive Ads Here

3 Mayıs 2020 Pazar

Uğur Işılak - Derviş ile Kabadayı

Günlerden bir gün fakir bir şeyh, âma bir zâhidin evine misafir olur; Âmanın evinde bir mushaf görür ve kendi kendine bu mushafın burada ne işi var, çünkü evde âmadan başka bir kimse yok diye düşünür. Bunu ona sorayım mı, sormayayım mı? diye düşünür fakat sormamayı ve sabretmeyi tercih eder.  Mevlânâ bu misafirin dilinden şöyle der; Bu merak ve sıkıntı içinde birkaç gün sabretti ve müşkili çözüldü. Çünkü sabır, ferah ve sürûr anahtarıdır.  Gece yarısı Kur’ân sesi işitti ve uykudan sıçrayıp şu hali gördü. Âma mushaftan dosdoğru okuyordu. Bunu görünce sabrı tükendi ve âmadan o hali sordu.  Dedi ki; görmeyen gözünle satırları nasıl görüyor ve nasıl okuyorsun?  Âma dedi ki: Ey ten cehaletinden cüdâ olan misafir; bunu Allah’ın san’at ve kudreti için çok mu görüyor da şaşıyorsun? Ben Allah’a dua ettim ve: Ey kendisinden yardım istenilen Cenâb-ı Hak! Bir kimse canına ne kadar düşkünse, ben de Kur’ân okumaya öylesine düşkünüm. Hâfız değilim. Okuyacağım vakit gözlerime bir nur ver ki yanlışsız okuyabileyim dedim.  Allah’tan bana bir nidâ geldi:  Ey amel-i sâlih ehli, ey her musibette bizden ümid var olan! Ne vakit sende okumaya istek, yâhut mushaflardan kırâate arzu olursa; Ben o sırada senin gözündeki görme hissini iade ederim de Kur’ân’ın yazılmış harflerini okursun. Dediği gibide yaptı. Ben ne vakit okumak için Kur’ân’ı açsam, o her şeyden haberdar olan Ulu Padişâh, Ve O Rabbü’l-Ahad Hazretleri görüşümü iade eder. O vakit gece karanlığını izâle eden bir çirâğ gibi olurum. Mevlânâ, kör olmasına isyan etmeyerek hayata umutla bakan bu zatın menkıbesinden hareketle insanların kendinde bulunan eksikler ve olumsuzluklara hayıflanmak yerine her durumdaki olumlu özellikleri görebilmenin önemini vurgular.  Yine, Mevlânâ, Hz. Dâvûd (a.s) ile Lokman (a.s) arasında cereyan eden buna benzer bir hadise aktarır.  Lokman (a.s) bir gün Dâvûd (a.s) ın yanına uğramış, O’nun demirden halkaları bir birine geçirdiğini görmüş, o zamana kadar zırh yapma sanatını görmediğinden Dâvûd (a.s) ’ın bu işine taaccub etmiş ve kendi kendine acaba neden bu halkaları bir birine geçiriyor diye kendi kendine düşünmüş, bunu kendisinden sorayım mı,sormayayım mı, diye tahayyül etmiş. Fakat sonunda, sabretmenin daha evla olduğunu düşünerek bu merakından vazgeçmiş. Mevlânâ Lokman (a.s)’ın dilinden konuya şöyle devam etmektedir.  Bir şeyi sormayınca sana daha çabuk açılır. Sabır kuşu, her şeyden daha sür’atli uçar. Eğer sorarsan matlûbun daha geç husûle gelir. Kolay bir şey, senin sabırsızlık göstermenle müşkil olur. Lokman sükût etti. O esnada Dâvûd’un sanatıyla yapılan zırh da tamam oldu. Dâvûd o zırhı bitirdi. Ve kerim ve sabırlı olan Lokman’ın karşısında üstüne giydi. Yiğidim! Bu savaşta yaralanmamak için giyilen iyi bir elbisedir. Lokman da dedi ki: Sabır da iyi nefeslidir, nerede bir gam keder varsa onun gidericisidir.  Cenâb-ı Hakk, sabrı Hakk’a yaklaştırmış ve bir biri arkasından zikretmiştir. Ey fülan; ve’l- Asr sûresinin sonunu dikkatle oku. Cenâb-ı Hakk yüzbinlerce kimya – yani müessir ve faydalı devâ- yarattı. Fakat insanoğlu, sabır gibi faydalı bir devâ görmedi. Bu mısralarla Mevlânâ, sâlikin, seyr ü sülûk esnasında karşılaştığı sıkıntılara karşı göstermesi gereken sabrın önemini ve faydalarını açıklamakta ve delil olarak da Asr sûresini zikretmekte ve Allah’ın, sabrı Hakk’la birlikte zikretmesinin onun önemine işaret edildiğine dikkat çekmektedir.
Allah bizlerin her konuda düşünmemizi, aklımızı kullanmamızı emreder. Aklını kullanmayana da her türlü pisliği vereceğini açıkça söyler. Madem Allah düşünmemizi emrediyor, gelin sizlere günümüzde yaşanan İslam ın Kur’an ile bağlantılı olup olmadığını, bizlerin Allah ın yolunda olup olmadığımız konusunda birlikte düşünelim ve Kur’an ile karşılaştıralım ki, hesap günü üzülenlerin, şaşkına dönenlerin safında olmayalım.

.......................... . . . . . . . . .


Mevlânâ’nın tüccar ile papağan hikayesi; Tacir iş için Hindistan’a gitmeye karar verir. Papağanına hediye olarak ne istediğini sorar. Papağanı şöyle cevap verir: “ Senden bir tek dileğim var; Hindistan’da diğer papağanları gördüğünde şunları söyle: Sizi (özgün varlık düzeyinizi) arzulayan bir papağan takdir-i ilahi gereği benim tutsağımdır.” Tüccar Hindistan’da bu mesajı bir grup papağana iletir ve bunlardan biri bu haberi duyduktan sonra titrer ve düşüp ölür. Tüccar üzülür ve hiç şüphesiz bunun kendi kuşu ile akraba olduğunu düşünür. Eve dönünce, istemeden dahi olsa olanları papağana anlatır. Bunu duyar duymaz oda titremeye başlar ve kafesin bir köşesine düşer. Papağanını kaybettiğinden dolayı tüccar üzülür ve kafesin kapağını açıp dışarı fırlatır. Papağan derhal uçup bir dala konar ve hayrete düşen tüccar iki kuş arasında nasıl bir iletişim olduğunu sorar; papağan şu cevabı verir: davranışı ile diğer papağan aslında şöyle dedi: kendin öl ve ötmeyi bırak; ancak bu şekilde kurtulup özgürlüğüne kavuşabilirsin.
Mesneviden kıssa-kıssadan hisseler: Bir avcı bir gün bir serçe avlar. Serçe dile gelerek; “Bana ne yapmayı düşünüyorsun?” diye sorar. Avcı; “Seni kesip yiyeceğim!” Kuş da; “Vallahi benim ne etim lezzetlidir, ne de senin karnını doyurur! Ben sana üç şey öğreteyim, bunlar senin işine beni yemekten daha çok yarar. Bunların birincisini senin elinde iken söyleyeceğim, ikincisini karşıdaki ağaca konunca söyleyeceğim, üçüncüsünü de ilerideki tepeye varınca söyleyeceğim!” Avcı; “Birincisini söyle öyleyse!” Kuş: “Elinden kaçırdığın şeyler için asla hayıflanma!” Avcı kuşu elinden bırakır ve ikincisini de söylemesini ister. Kuş ağca konar ve “Olmayacak bir şeye sakın inanma!” der. Sonra kuş uçup karşı tepeye konar ve şöyle der: “Ey bahtsız adam! Eğer beni kesmiş olsaydın, kursağımdan her biri yirmi miskal ağırlığında iki tane inci çıkaracaktın!” Avcı bunları duyunca kaçırdığı fırsatlara hayıflanarak dudaklarını ısırır ve der ki: “Hadi üçüncüyü de söyle!” Sana söylediğim ilk iki nasihati unuttun, üçüncüsünü ben sana nasıl söyleyeyim!… Ben sana,elinden kaçırdığın şeye sakın hayıflanma, olmayacak şeylere sakın ha inanma demedim mi? Benim etim, kanım ve tüylerim yirmi miskal ağırlığında gelmezken, nasıl olur da kursağımda her biri yirmi miskal ağırlığında iki inci bulunduğuna inanırsın.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Post Top Ad

Responsive Ads Here